Birçok Türk aydını gibi senelerdir Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme meselesi üzerine kafa yoruyorum. Özellikle İbn Haldun’un yazıları üzerinden medeniyetlerin yükseliş ve düşüş eğrileri üzerine okumalar yapıyorum. Din eğitimi alanında yüksek lisans eğitimi alırken daha çok bilim tarihi alanında çalıştım. Yüksek lisans eğitimimi “Osmanlı Medreselerinde Matematik ve Fen Bilimleri Eğitimi” başlıklı tezimle tamamladım.
Bir medeniyetin diğer medeniyetler karşısında neden ve nasıl yükselişe geçtiği sorusunun onlarca cevabı vardır. Fakat iki kritik başlığın bu cevap kümesi içerisinde özellikle öne çıktığını düşünüyorum. Bunlar,
1. Yeni fikirlere açıklık,
2. Alıcılık ve kabullenme.
Yine durgunluğun ve gerilemenin de onlarca sebebi olsa da en güçlü etkenlerin şunlar olduğunu düşünüyorum:
Eski Yunan’da, eski Roma’da, Mâverâünnehir’de, Şam’da, Bağdat’ta, Endülüs’te veya İstanbul’da medeniyetlerin yükseliş ve düşüş evrelerine gözlerimizi çevirdiğimizde bu etkenlerin ne denli önemli olduğunu görürüz. Avrupa şehirlerinin her birinin hikâyesine baktığımızda bir medeniyetin neden bütün ilham kaynaklarına sırtını döndüğünü, diğerinin nasıl her yeni fikri heyecanla sahiplendiğini anlarız. Böylece bu düşüşlere ve yükselişlere zemin teşkil eden zenginlik ve adalet unsurlarının önemini gözden kaçırmayız.
Pîrî Reis, Osmanlı Devleti’nin yükseliş dönemini anlattığı eserinde “İtalya’da hazırlanan bir haritanın bize ulaşması iki ülke arasındaki mesafenin kat edildiği süre kadardı” diye yazıyor. Yani dünyanın bir bölgesinde bir harita çiziliyor ve hemen yükselişte olan medeniyete doğru yola çıkıyormuş.
Büyük İskender sefere çıkarken hocası Aristoteles hastadır. Kendisi, devlet yönetimi ile ilgili tavsiyelerini sefer öncesi İskender’e verir. Daha sonra bu notlar, İbn Arabi’ye ulaşır ve kendisi bu notları yeniden yorumlayarak devlet yönetimini ele alan Tedbirat-ı İlahiyye adlı eserini kaleme alır.
İbn Arabi, devleti tarif ederken kalbi başkent olarak ele alır. Şöyle yazar: “Kalp, vücuda kanı pompaladığında kan bütün kılcal damarlara gitmeli ve geri gelmelidir. Kan merkezden uzaklaşmayınca vücutta çürüme başlar.”
Buradan siyaset üzerinde çıkarabileceğimiz en önemli mülahaza şudur: Yöneticilerle en alttakiler arasında güçlü bir bilgi akışı olmalıdır. Bu mekanizma sağlıklı bir şekilde işlediğinde her soruna çare bulunabilir.
Cumhuriyet Halk Partisi eliyle kangren olan devlet-millet ilişkisini yeniden şekillendiren ve bu çürümüşlüğü ortadan kaldıran siyasetin adı önce Refah Partisi olmuştu. Bu nekahet döneminin en mükemmel hâli AK Parti iktidarı ile gerçekleşti.
Geleceğe bir pencere açmak isteğimizde eldeki kıymetli değerlere bakmak gerekir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasete getirdiği yüzlerce yenilik vardır. Kendisinin ortaya koyduğu siyasetin iki merkezi yönü birçok sorunun üstesinden gelinmesi sağladı.
Misyon sahibi lider: Cumhurbaşkanı Erdoğan, milletin tarihi, kültürü ve dini ile özdeşleşerek tüm meziyetlerini Cumhuriyeti demokratikleştirmeye adadı. Bu vizyonun ülkenin altyapısının tamamlamasından uluslararası arenada bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmasına kadar uzanan önemli sonuçları oldu.
Taban demokrasisi: Cumhurbaşkanı Erdoğan, vizyon sahibi bir lider olarak toplumun büyük kitleleriyle, özellikle en zayıf, en gadre uğramış üyeleriyle güçlü bir gönül bağı kurmayı başardı.
Bu seçimde seçmen ağırlıklı olarak CHP’ye oy verdi fakat esas mesajını AK Parti’ye verdi, esasen AK Parti ile konuştu. Türk seçmeninin ortaya koyduğu bu sofistike tavrı dikkate almak gerekir.
AK Parti seçimden galip çıksaydı bugün konuşulacak sorunlar yine var olacaktı. Üstü kapalı bir şekilde ertelenmiş ve daha da derinleşmiş olacaktı. AK Parti, yirmi yıldan uzun süredir iktidarda olduğu için siyasi eleştiriler daha çok beklenti şeklinde dile getirilmiş, esas sorunlar fikri düzeyde tartışılmamıştır.
40 yıllık Refah geleneği bir noktaya gelip tıkandığında kendi içerisinden güçlü bir grubu liderliğe taşıyarak bu tıkanmaya çözüm buldu. AK Parti, rasyonel liderlik kapasitesi ve sahip olduğu kamuoyu desteğiyle kendisini yeniden var edecek siyasi ve kültürel temele, sivil toplum ve misyon kapasitesine sahip bir partidir.
Önceki gece ABD’de yaşayan Bülent Yavuz Beyefendi ile konuşurken kongre öncesi yapılması gerektiğini düşündüğüm büyük siyaset şûrasından bahsettim. Kendisi bu düşünceyi heyecanla karşıladı ve ABD’de de seçim öncesi Başkanlık kongrelerinin bu şekilde gerçekleştiğini, bu kongrelerde politika setlerinin tartışıldığını ve gelecek dört yılın bu tartışmalar sonucu çıkan tasarılara göre şekillendiğini belirtti.
AK Parti’nin seçimlerden sonra ortaya çıkan durumu kişilerin konuşulmasının ötesine taşıması ve gelecek çeyrek yüzyıla ışık tutması için bu geniş çaplı şûrayı gündemine alması gere kir. Aslında AK Parti için bu hiç de yeni bir fikir değil. AK Parti, kuruluş aşamasında tam da bunu yaptı. Kuruluş dönemi Ar-Ge çalışmalarına liderlik eden Hilmi Güler ağabey sayesinde ortaya çıkan raporu görme şansı bulmuştum. AK Parti’nin sonraki dönemlerde gerçekleştirdiği uygulamalarının birçoğu partinin bu kuruluş döneminde belirlenip politikaya dönüştürülmüştü.
Böylesi bir siyaset şûrası üç temel meseleyi ele almalı:
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.